19 Ekim 2011 Çarşamba

İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi


İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

Mayıs 2008'de açılmış olan müze, İstanbul´un en güzel mekanlarından biri olan Gülhane Parkı´nda, eski saray duvarlarının Has Ahırlar kısmında 3500 m2 lik bir alanda yayılmış olarak bulunmaktadır.

Tarihi binanın girişi önünde, Arap-İslam coğrafyasının bilim tarihi acışından en anlamlı çalışmalarından birine dayanarak yapılmış olan bir yerküre, ziyarete davet etmektedir. Halife el-Memun´un (hilafeti: 198-218 H./ 813-833 M.) emri üzerine, küresel tasarım ile hazırlanan dünya haritası o zamanlar tanınan dünyanın coğrafyasını şaşırtıcı bir doğrulukta göstermektedir. Memun´un haritasının ortaya çıkarılması, üzerinde yapılan bilimsel çalışma ve kürenin müzede sergilenmesi, ziyaretçileri bekleyen 500'ün üzerindeki diğer eserler gibi, 1982 yılında Frankfurt Goethe Üniversitesine bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü´nü kurmuş olan Profesör Fuat Sezgin´in yorulmak bilmeyen araştırmaları sayesinde gerçekleşmiştir.

Arap-İslam yazma eserleri üzerinde yıllar süren bilim-tarihsel yoğun çalışmalar, bu müzede sergilenen ve bugün ziyaretçisine eşsiz bir bilimsel yolculuğu mümkün kılan eserlerin zeminini oluşturmuştur. 9-17. yüzyılların bilimsel ve teknik gelişmelerini yansıtan bu eserler, detaylarına sadık kalarak hazırlanmıştır. İlk olarak bilim tarihinin değişik disiplinlerdeki evrimini kapsamlı bir şekilde takip etme imkanı sunmakla İstanbul`daki müze dünya çapında bir yenilik arzetmektedir. Astonomi, coğrafya, gemicilik, zaman ölçümü, geometri, optik, tıp, kimya, mineraloji, fizik, teknik, mimari ve harp tekniği sahalarında sistematik bir düzenle sergilenen eserler göstermektedir ki, Arap-İslam bilimlerinin büyük keşif ve buluşları – arapca o dönemde evrensel bilim dili idi- , değişik yollardan Avrupa´ya gelmiş, orada kabul bulmuş ve alınarak adapte edilmişlerdir.

Evrensel bilim tarihi, ziyaretçiye sürekliliği bozulmadan sunulmaktadır; bu, özelikle Arap-İslam dünyasındaki yeniliklerin Avrupa tarafından alınışı, maketler aracılığı ile karşılıklı sergilendiğinde göze çarpmaktadır.

İslam kültür çevresinin bilim tarihindeki seçkin çalışmaları hem görülmekte, hem de levhalardaki metinler vasıtasıyla çok dilde ve detaylı olarak açıklanmaktadır. İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi sevindirici bir şekilde, Avrupa müzelerinin eğilimine uyarak ziyaretçilere, sergilenen eserle ilgili sadece birkaç satır bilgi aktarmakla kalmıyor; bilakis, ziyaretçiyi zaman ayırmaya ve bilim tarihinin bu eşsiz sergisini daha derinden anlamaya davet ediyor. Müzeyi gezmiş olmak, ziyaretçiyi, Prof. Fuat Sezgin´in 5 cilt olarak yayınlanmış eseri vasıtası ile (Almanca ve Fransızcasının yanısıra 2007 yılından itibaren Türkçesi de mevcut) İslam bilim ve teknik tarihinin etkileyici dünyasını daha yakından tanımaya teşvik etmektedir.

İstanbul`daki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, bir taraftan bilimsel eserlerin estetik ve öğreticiliği, diğer yandan bıraktığı intiba ve kazandırdığı bilgi ile özel bir etkileyici güce sahip. İstanbul böylece geniş ve bilim tarihi açısından anlamlı, doğu-batı ilim kültürünü birleştiren bir köprü kazandı ve 2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti olmasının yanında bu özelliği ile de ziyarete çağırıyor.

Ziyaret Gün ve Saatleri: Salı günü haricinde diğer günler, 09:00-16:30 saatleri arasında ziyarete açıktır. 
Ziyaret Ücretleri: 17 Yaş altı ve 65 yaş üzeri ücretsiz. Diğer tüm ziyeretçilere 5 TL`dir.


Telefon: 0212 528 80 65
E-mail: bilimtarihimüzesi@gmail.com
İlçe: Fatih
Adres: Has Ahırlar Binası - Gülhane Parkı, Sirkeci İstanbul

18 Ekim 2011 Salı

Gezici Kütüphane Servisi

Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. 
Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. 
Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. 
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: 
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” 
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu ?
– Alıyorum..
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak?
Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. 
Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. 
Eşi önce “Deli misin bey?” der ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, bin bir güçlükle üstesinden gelir. 
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. 
Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“  zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. 
İki tane de sandık yaptırır. 
İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. 
Sandıkların üstüne “Kitap İade Sandığı” yazar.
Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” 
Köydeki çocuklar şaşırır. 
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. 
Düşünün, Noel Baba gibi. 
Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. 
Geyikler yerine eşeği var. 
Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. 
Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak”  der.

Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. 
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. 
Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. 
Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. 
Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, 
Mustafa’nın eşeği Yüksel, yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. 
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. 
Zenith ve Singer’e mektup yazar: 
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der.
Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). 
Salı günlerini kadınlar günü yapar. 
Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. 
Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. 
Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider
Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. 
Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 
Sonuçta ; 
50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 
2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.
Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. 
Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Aydınlık ve Karanlık

Bir üniversite profesörü öğrencilerine su soruyu sorar:
- Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?
Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar.
- Evet her şeyi Tanrı yarattı!
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'evet efendim' diye yanıtlar. Profesör devam eder:
- Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız kesinleştirme prensibine göre de Tanrı şeytandır.
Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Tanrı’nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.
Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar:
- Bir soru sorabilir miyim profesör?
Profesörde sorabileceğini söyler. Öğrenci ayağa kalkar:
- Soğuk var mıdır, diye sorar.
- Nasıl bir soru bu böyle, tabi ki vardır, diye yanıtlar. Sen hiç soğuktan üşümedin mi?
- Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur; yaşamda soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, mutlak 0, sıcaklığın kesin yokluğudur. Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir, der ve devam eder.
- Profesör, karanlık var mıdır?
- Tabii ki vardır.
- Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü, karanlık da yoktur. Yaşamda karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton’un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ancak karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık ışını karanlık bir mekanı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekanın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz. Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer için kullanılan bir kelimedir.
Son olarak öğrenci profesöre tekrar sorar:
- Efendim şeytan var mıdır?
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte yanıtlar:
- Tabii ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde onu görürüz. Şeytan / kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insaniyetsizliğinin bir örneğidir. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir, der.
Öğrenci devam eder:
- Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrının yokluğudur. O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın Tanrının yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytanı yaratmadı. Şeytan / kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman deneyimlerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.
Profesör yerine oturur. Genç öğrencinin adı Albert Einstein’dır.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Shay

Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul icin bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı. Okula kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu: 'Dışardaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğa herşeyi mükemmel bir şekil ve sırada yapıyor. Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor. Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede?' Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar.

Baba devam etti. 'Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gerçek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış şekillerinde kendini gösteriyor.' Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı: 

Shay ve babası bir gün parkta Shayin tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını gördüler. Shay sordu, 'Acaba oynamama izin verirler mi?' Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu. 

Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve (fazla bir şey beklemeyerek) Shay'in oynayıp oynayamayacağını sordu. Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra 'Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım' dedi. Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi. Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. 

Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti. Bu noktada Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar? Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Herkes topa isabet ettirme şansının sıfır olduğunu biliyorlardı çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu. 

Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e doğru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay'e doğru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu. 

Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti. 

Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı. Tribünlerdeki herkes ve iki takım da bağırmaya başladılar, 'Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!' Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi. Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü. Herkes bağırmaya devam etti, 'İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş!' Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi. Shay ikinci kaleye geldiği sırada açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı... Takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı. 

Herkes bağırıyordu, 'Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay!' Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi, 'Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!' Shay üçüncüye gelirken diğer takımdaki çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı, 'Shay, hepsini koş! Hepsini koş!' Shay hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı. 

'O gün', dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek, 'iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar'. 

Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.

Elma

Bir derviş bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında.
Nereye gidersin ve ne doldurdun kucağına? diye sormuş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız:
- Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum..
- Kaç tane, diye soruvermiş birden derviş.
Kız şaşkın, demiş ki,
- İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç!..
Ve yoluna devam etmiş kız.

Derviş elindeki tesbihi koparmış usulca...

Yemek

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş.
Bu durumu konuşmak icin aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş.
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla."

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş.
40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Cevap yok. Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Gene cevap yok. Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Hala cevap yok. Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Gene cevap alamamış. Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş:
"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
"Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk.."

Bir Fincan Kahve

Profesör ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler. 
Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da "evet, doldu" derler. 
Profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, öğrenciler de koro halinde "evet" derler. Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler! 
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek "eveet" der, "ben bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım". 
"Şöyle ki; bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir". 
"Şayet kavanoza önce kum doldurursanız..." diye anlatmaya devam eder, "çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır." 
"Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur."
Bu ara bir öğrenci sorar; "Peki, o iki fincan kahve nedir?" 
Profesör gülerek: "Bu soruyu bekliyordum, hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır."


16 Ekim 2011 Pazar

Bir Beyoğlu Haritası


Bir Beyoğlu İllüstrasyonu

İstanbul Gezi Rehberi


Murat Belge, İstanbul'u gezerken size eşlik edecek bu rehber kitapta adım adım kentin tarihi duyarlığını yakalıyor. Geçmişteki İstanbul'u sokak sokak gezdirirken anlattığı sevimli hikayelere, olaylara ve kişilere kendi yorumunu katıyor. 

İstanbul Gezi Rehberi'nde tarihi yarımada, Galata, Pera, Üsküdar, Adalar, Boğaziçi ve ayrıca Kadıköy'den Pendik'e, Florya'dan Küçükçekmece'ye, Kilyos'tan Polonezköy'e kadar İstanbul'un birçok köşe bucağı yer alıyor.

Sanatla iç içe geçmiş tarihsel anlatıların yanı sıra harita ve krokiler de keşfe çıkan okur gezerlerin tarihin sokaklarında yollarını bulmalarına yardımcı oluyor. 

Nötrofil ve Bakteri


Neutrophil 
Chases and Eats a

 Staphylococcus aureus  

Bacterium 
(from 16mm movie by David Rogers, Vanderbilt University, in the 1950s)

Tıbbi Bitkiler Bahçesi

2005 yılında açılan Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi, Türkiye’nin ilk tıbbi bitki bahçesidir. Merkezefendi mahallesinde, 14 dönümlük alanda kurulmuştur. Zeytinburnu Belediyesi ile Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği’nin yürüttükleri projede, ekili ve etiketli tıbbi bitki sayısı 600’ü aşmıştır. Her gün ziyarete açık olan Bahçemizde bir sera, herbarium (kurutulmuş bitki koleksiyonu), tohum bankası, bitki laboratuarı ve bitki kurutma birimi bulunmaktadır. 

Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi projesinin hedefleri, tıbbi bitkileri araştırmak, üretmek, tanıtmak, etkin ve güvenli kullanımlarını teşvik etmek, tıbbi bitki çeşitliliğinin korunup geliştirilmesine katkıda bulunmak, eğitim programları için çalışma alanı ve materyal sağlamak, uzmanlaşma çalışmalarını desteklemek, Türkiye ve dünyadaki botanik bahçeleri, herbaryumlar ve tohum bankalarıyla bilgi ve bitki alışverişi yaparak tıbbi floradan faydalanılması konusundaki çalışmalara zemin oluşturmaktır. 

Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’nde yeralan Sağlık Araştırmaları Merkezi, yerel, geleneksel ve doğal sağlık mirasımızı değerlendirmek; tıbbi girişimlerin etkilerini ortaya koymak; insan ve tabiatın dengesine duyarlı, erişilebilir ve adil sağlık çözümleri sunmak üzere disiplinlerarası araştırmalara öncülük edecek; ihtisas kütüphanesi, yayınları, kursları, atölye çalışmaları ile bir referans ve danışma merkezi olacaktır.

Merkezefendi mahallesi, Yeniçiftlik yolu 1/1 
Zeytinburnu - İstanbul
~
~

Etkinliklerden Örnekler
~

Projeksiyon Gösterisi


Ukrainian independence Building - Wide Projector Show

12 Ekim 2011 Çarşamba

Mephisto Kitabevi & Kafe


Beyoğlu Mephisto
İstiklal Cad. No.125 
Beyoğlu - İstanbul

Hakkında

520 m2 kitabevi, 430 m2 müzik, 200 m2 kırtasiye reyonu ve toplam 4 kat kafe olmak üzere 7 kat ile hizmete giren yeni Mephisto 2000 yılından bu yana İstiklal Caddesi numara 197 Beyoğlu/İstanbul adresinde siz kültür sanat aşıklarını misafir etmektedir.

Değişen günümüz şartları ile teknolojinin nimetlerinden yararlanarak hizmet anlayışını genişleten Mephisto 2006 yılından itibaren internette iddiasını sürdürmekte. Geliştirilen yeni otomasyon ağı sayesinde siz saygıdeğer müşterilerine en yaygın hizmet ağını kurmaktadır. Artık ülkemizin dört bir yanından sipariş edebileceğiniz kitap, müzik, DVD/VCD, resim araç gereçleri, kalem çeşitleri ve özel kırtasiye ürünlerine en kaliteli ve hızlı biçimde ulaşabilirsiniz.

Enfes Mephisto çayı ve özel aromalı kahveler ile Mephisto Cafe 1992 yılından beri gerçek Beyoğlu keyfini sürebileceğiniz ideal bir mekandır. Cafe menüsünde bulunan özel Türk kahvesi kırk yıllık tiryakilerin bile keşfetmediği bir damak tadını sizlere yaşatabilir. Yaş pasta ve pastahane ürünleri ile çay keyfinizi sürdürürken Cafemizde bulunan kablosuz internet bağlantısı ile dizüstü bilgisayarınız ile sanal alemde gezinebilir, elektronik mesajlarınızı takip edebilirsiniz. İster sabah kahvaltısında , ister akşamüstü iş dönüşü yorgunluğunu atmak için Mephisto Cafe sizler için pazartesiden perşembeye kadar sabah 9.00 gece 12.00, cuma ve cumartesi geceleri saat 01.00'e kadar açık.

Mephisto kitabevi ilk yıllardan beri siz kitap okurlarının haklı takdirini kazanmanın verdiği güven ile her geçen gün stoklarında bulundurduğu ürün çeşidini arttırmıştır. Baskısı bitmiş ve çok ender bulunabilecek bir çok kitaba Mephisto'dan ulaşabilirsiniz. Tecrübeli ve her biri ayrıca iyi bir okur alan Mephisto çalışanları sizlere her konuda yardıma hazırdır. Müşterinin kolayca istediği kitaba ulaşabilmesini sağlayan raf ve reyon düzeni sizlerin keşfetmesini bekleyen onbinlerce kitap ile dolu.